İki kapısı olan yazlık sinemamız çok büyüktü. Cadde kapısı bahçe zeminine göre daha yüksekte olduğundan sinemaya 14-15 basamaklı rahat bir merdivenle inilirdi.
Mayıs ayı ile birlikte bahçe duvarları ile akasya ve çitlembik ağaçlarının gövdeleri kireç badana yapılır, her taraf temizlenir, kırık sandalyeler tamir edilir ve yeni sezona hazır hale getirilirdi. 1970’lerin başlarında televizyon henüz yaygınlaşmamıştı, yazlık sinemalar bizim uzun yaz gecelerindeki en büyük eğlencemizdi.
Sinemaya gitmek bizim için büyük bir olaydı. Herkes yıkanıp paklanır, delikanlılar tıraş olur, Aqua Velva’larını sürerler; kızlar en şık elbiselerini giyer, annelerini ikna ederek hafif bir makyaj yaparlardı. Hepimizin gönlünde bir aslan yatardı. Aslında biz film seyretmekten çok sevdiğimiz kızı seyretmeye giderdik. Kızlar bizden daha dikkatliydiler. Çünkü en mâsum bakışlar bile gözaltındaydı ve hoş karşılanmazdı.
Yeşilçam’ın altın yıllarıydı, şimdi rahmetli olan pek çok sanatçımız hayattaydı. Genellikle hepsinin uzmanlaştığı bir rol vardı. Sadri Alışık iyi yürekli fakir delikanlı, Aliye Rona kötü bakışlı hain kadın, Sami Hazinses gariban sokak çalgıcısı, Cevat Kurtuluş köşkün aptal uşağı, Kostarika Ahmet bahçevan, Kadir Savun mert ve bileği bükülmez ağabey, Erol Taş her kötülüğün başı, Suzan Avcı zengin erkek avcısı, Muzaffer Tema acımasız fabrikatördü ve biz kötülerden gerçek hayatta da hiç hoşlanmazdık.
Sigaralar yakılır, herkes nefesini tutarak filmi izlerdi. Filmin konusu ilerledikçe, esas oğlanla kızın başına çoraplar örüldükçe kısık sesle başlayan hıçkırıklar giderek artar, annelerimiz ve ninelerimiz gözyaşlarına boğulurdu. Beyler ise Bafra ve Birinci sigaralarından tıkanmış göğüslerini tutarak öksürür, tepkilerini böyle gösterirlerdi.
İlk film bittiğinde ışıklar yanar; kadınlar üzgün, gençler telaşlı olarak gazozlar içilir, frigolar yenir, yerler çekirdek kabukları ile dolardı. Gözler ustaca birbirlerini arar, gündüzden ayarlanan küçüklerin avuçlarına birer lira sıkıştırılır, küçük kâğıtlara yazılan mektuplar teslim edilirdi. Mektuplar sahiplerine ulaştığı anda gözlerdeki endişe yerini ışıltılı bir gülümsemeye bırakır; Suat Sayın'ın "Sevemez Kimse Seni" şarkısı ile birlikte yıldızların altında sarhoş olunurdu.
-Mehmet Emin Karaöz