Tarihte saklı bir diyar; Harem-i Hümayun

 Osmanlı saltanat ailesinin 400 yıl süresince yaşadığı Topkapı Sarayı’nın her karışına sinmiş sessizlik. Sakinlerinin işaret diliyle anlaşttığı sarayın Harem Dairesi’nde gezerken her adımınızda, tarihi bir kahramanın yanıbaşınızdan geçtiğini hissediyorsunuz. Büyülü aşkları, kudretli sultanlarıyla sırrı, tılsımlı harflerde saklanan Harem Dairesi tarih sayfalarında saklı kalmış bir diyar.

15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in emriyle yaptırılan Topkapı Sarayı’ndayız. 400 yıl boyunca imparatorluğun tarihini yazan olaylara ev sahipliği yapan saray, Harem Dairesi’yle padişahların da en özel anlarına ve en gizli sırlarına tanıklık etmiş.

İşte biz de bu sırlara ortak olmak için sabahın erken saatlerinde heyecanla Topkapı Sarayı’na; Osmanlı sultanlarının evine konuk olduk.

Üç harfin tılsımı
Arapça’da “özel olan” anlamına gelen harem kelimesini anlam olarak, yine h, r, m harf dizilimlerinden oluşan “haram”, “harim” ve “hurma” kelimeleri karşılıyor. Aynı harf dizilimine sahip bu kelimeler, aslında anlam olarak da birbirlerini tamamlıyorlar. “Harem” “özel olan” anlamını taşırken, “haram” yasak olan, harimse “kadınla ilgili olan” anlamına geliyor. Hurma ise Arapça’da halk arasında “kadın” demek.

Osmanlı sultanlarının özel yaşamlarını geçirdikleri yer olan Harem-i Hümayun Dairesi, doktorların dışında, dışarıdan kimsenin giremediği yasak bir yerdi. Cariyeler, valide sultanlar ile sultanların gözdeleri olan kadınların yaşadığı Harem Dairesi, bugün bile teşhir ediliyor olmasına karşın, Venedikli tüccarların aktardıkları dışında halen bir giz olmaya devam ediyor.

Harem-i Hümayun Dairesi, ağırlığını ve gizliliğini henüz içeri adımınızı atmadan hissettiriyor. Harem’in üst düzey saltanat kadınlarının ve padişahın yaşadığı kısma açılan Cümle Kapısı (Saltanat Kapısı)’nın üzerinde yazan Kur’an ayeti sizi bu saklı yaşama saygıya çağırıyor: “Kendi evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada yaşayanlara selam vermeden girmeyiniz.”  

Harem-i Hümayun Dairesi
Osmanlı Hanedanı’nın Beyazıt’ta bulunan Eski Saray’dan sonra 400 yıl boyunca yaşamını sürdürdüğü Harem-i Hümayun Dairesi, birçok dönemin mimari üslubunu barındırdığı için Osmanlı mimarisi açısından iyi bir örnek teşkil ediyor. Hakkında fazla bir belge olmayan Haremi-i Hümayun Dairesi’nin Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren büyüdüğü ve kurumsallaştığı biliniyor. Yine bu konuyla ilgili olarak herhangi bir belge olmasa da Yeni Saray mutfaklarının yıllık masrafı dikkate alındığında, Kanuni Sultan Süleyman'dan III. Murad dönemine kadar harem sakinlerinin sayısında ciddi bir artış gözlemleniyor.  

Yaklaşık olarak 300 oda, 9 hamam, 2 cami, 1 hastane, 1 çamaşırlık ve koğuşlardan oluşan, sultanın özel yaşamını geçirdiği bölümün bir parçası olan yapı, Osmanlı İmparatorluğu’nun hiyerarşik yapısını bütünüyle yansıtıyor. 1665 yılında çıkan yangından büyük oranda zarar gören Harem Dairesi, yenilemeler ve genişletilmelerin ardından günümüzdeki halini alıyor.   

Topkapı Sarayı’nın diğer bölümlerinden özenle ayrılan Harem-i Hümayun Dairesi gruplara ayrılıyor. Girişte bulunan ilk kısımda, Habeş kökenli zenci hizmetliler olan Kara Hadım Ağaları kalıyor. Ardından Cümle Kapısı ile kadınefendi ile cariyelerin, valide sultanların, padişah ve şehzadelerin yaşadıkları yerleri saran taşlıklara geçiliyor. Birinci bölümde Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan, Valide Taşlığı çevresinde, Haliç’e bakan yapıda, sultana yakın olanlar yani, valide sultanlar, veliaht şehzade ve başkadınların kaldığı yapı yer alıyor. Güneyinde ise “usta” cariyelerin kaldığı ve odaları Haliç’i gören yapı bulunuyor. Harem-i Hümayun Dairesi’nin dış dünyayla olan bağlantısı, Babüssaade dışında Araba Kapısı’yla sağlanıyor. Harem kadınları kente çıkmak için arabalara buradan biniyor. İsmini, sultanın geçerken hizmetlilerine altın dağıtmasından alan Altın Yol da sultanın haremden Has Odası’na geçişi sağlıyor. Sultanlar, harem ve Has Oda arasında genellikle bu yolu kullanıyorlar.

Her sultanın kendisine özel olarak yaptırdığı köşklerden oluşan ve haremin bağımsız köşkleri olarak isimlendirilen yapılar, hemen hemen her odada bulunan ve rivayete göre, konuşulanların duyulmaması için gerekli görülen musluklar, herhangi bir suikaste tedbir olarak sultanın altın kafesli hamamı ile işlevselliği göz önünde bulundurularak inşa edilen yapılar dışında, sarayın belki de en önemli kurumu Enderun Mektebi oldukça dikkat çekiyor.

Saraya yönetici yetiştiren Itri ve Evliya Çelebi gibi isimlerin eğitim gördüğü okul, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı’ya göre “Osmanlı’nın Oxford’u”.   

Harim
Özellikle Beyazıt’ta bulunan Eski Saray tarafından beslenen Harem Dairesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim anlayışıyla idare ediliyordu. Bu anlamda Harem, devşirme kapıkulu kadrosunun bir kanadını oluşturuyordu. Kendi içinde belli bir hiyerarşiye sahip olan kurumun tüm üyeleri sultanın hizmetini görüyordu. Enderun’lulardan, hadım edilmiş harem ağalarına ve cariyelere kadar herkes sultana hizmet için sarayda bulunuyordu.

5-16 yaş grubundan cariyeler saraya alınıyor, en iyi şekilde eğitiliyor, Türk-İslam kültürünü öğreniyor ve yeteneklerine göre birçok sanat dalıyla ilgilenmeleri sağlanıyordu. Genellikle, gidilen uzak seferlerde, sultanlara hediye olarak sunulan bu kızlara, ilk önce görgü kuralları öğretiliyordu. Acemi denilen bu dönemde cariyeler, etkili bakış, işveli yürüyüş, yumuşak tebessüm ve tutumluluk gibi temel bir eğitimden geçiyordu. Eğitimlerinin ileri safhalarında cariyeler, şâkirt (öğrenci) ve usta oluyor, gedikli sınıflarına yükseliyorlardı. Ayrıca, belli miktarda da yevmiye alıyorlardı. Örneğin, bir cariyenin 16. yüzyıldaki günlüğü 8.4 akçeydi. 

Bu süreçlerden geçen ve sultana sunulacak olan cariye, seramoniyle hazırlanıyor, çekici kokular sürünüyor ve hamamda özel olarak yıkanıyordu. Sultanın karşısına çıkmaya artık hazır olan cariye, Hünkar Sofası’nda sultana sunuluyor ve beğenilmesi halinde sultanın Has Odası’na götürülürdü.

Sultana sunulmayan iyi eğitimli cariyeler ise Enderun’daki ağalarla evlendiriliyor ve saray kültürünü yaymak göreviyle taşraya gönderiliyordu. Ancak, sultanın kendi elleriyle evlendirdiği cariyelerin şehzadelerle evlenmeleri, Osmanlı Hanedanı’na rakip yaratmamak için yasaktı.

Belli bir hiyerarşik düzen içinde geçen Harem yaşamında bir cariyerinin değeri, sultana erkek çocuk vermesiyle ölçülüyordu. Bundan sonra yaşamı şekillenen cariye, sultana bir erkek çocuk doğurursa “İkbal” veya “Kadınefendi” olarak adlandırılıyor ve kendisine ayrılan özel bir odaya geçiyordu. Veliaht annesi ise “Haseki” ismini alarak, “sultanın ilk kadını” sıfatıyla Valide Sultan’dan sonra en güçlü otoriteye sahip oluyordu.

Sultanın annesi Valide Sultan ise Harem’in en ayrıcalıklı sınıfına mensuptu. Yine 16. yüzyılda günde 600 akçe alan Valide Sultan, gelirini hayır işlerinde kullanıyordu. Harem Dairesi’nin en büyük odasına sahip olan Valide Sultanlar, her sabah yönetim hakkında sultandan rapor alabiliyor ve mahkeme kararlarını dinleyebiliyorlardı.

Gelecekleri ‘en iyi’, ‘en güzel’ olmak gibi, doğalında rekabeti getiren kıstaslara bağlı olan Harem-i Hümayun’un kadınları arasında her dönem kıskançlıklar ve kavgalar olurdu. Ancak bu tür olaylar hiyerarşik yapıya dayandırılarak bastırılır, yerine saygı ve bağlılık gibi kavramlarla birarada yaşamaları sağlanırdı.

İstanbul geleneğinde harem yaşantısı
İstanbul’da, Bizans ve Ortadoğu geleneklerine dayalı olarak gelişen harem sistemi, diğer kentlere oranla daha özgür bir ortam sunuyordu. Hatta 17. yüzyıldan itibaren bir çözülme eğrisi izleyen harem yaşantısı, Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemlerinden sonra kısıtlamaları azaltılarak daha da özgürleşti.

İstanbul konaklarında aile bireyleri ve kadınlara ayrılan bölüm olan haremde yaşantı, ailenin mensup olduğu sınıfa göre şekilleniyordu. Hiçbir şekilde izlenme, rahatsız edilme olasılığı olmayan bu kadınlar dünyasına bakan komşu evlerin pencereleri kapattırılıyor, haremi gören camilerin minareleri ise bodur tutuluyordu. Kadınlar, evin erkekleriyle mabeyin denilen odalarda biraraya gelebiliyorlardı.

Harem mensubu kadınlar, erkeklerin evde olmadığı zamanlarda selamlığın kafesli pencerelerinden dışarıyı izleyebiliyorlardı. Bunun dışında, zannedildiği gibi dış dünyayla bağları tamamen kopmamış olan harem sakinleri, dönemin özelliğine göre, bahçelerinde komşularıyla görüşüyor, birlikte elişi yapıyor, bahçelerini süsleyen çiçeklerine bakıyorlardı. Aslında haremdeki günlük yaşantı ailenin konumuna göre farklılık gösteriyordu. Orta sınıf bir ailenin haremindeki kadınlar, temizlik ve yemek gibi rutin ev işlerinden sorumlu tutulurken, konak haremlerinde kadınların günleri dedikodu yaparak, birbirlerine hikâyeler anlatarak, kadınlar arasında düzenlenen eğlencelerle geçerdi.

İlerleyen dönemdeki yalı haremleri kadınlar için daha özgür bir yaşam sunuyordu. Bu dönemdeki kadınlar, kendi aralarında piknikler düzenliyor ve çeşitli oyunlar oynayarak vakit geçiriyorlardı. 

Odalarına oldukça özen gösteren, yaşadıkları yerleri özel kılmaya itina eden harem kadınları, çamaşırlarını sakladıkları sandık odasına dahi, özel lavanta çiçeği torbaları hazırlar, odanın kendilerine özgü kokmasını sağlarlardı.

Haremlerdeki kadınların, konumlarına göre görevleri oluyordu. Örneğin, konak sahiplerinin eşleri olan hanımefendilerin görevleri, eşlerini giydirmek ve sohbet etmekti. Haremde eş ve odalık konumundaki kadınların ortak görevleri, harem dairesine geçerek geceyi dilediğinin odasında geçiren evin erkeğini hoş tutmaktı.

Harem yaşantısının değişmez kuralı ise cariyelerin sıkı bir disiplin altında görgü kurallarına göre yetiştirilmesiydi. Bu anlamda haremler, İstanbul’un her yerinde, kadınlara özgü birer eğitim kurumu görevi görüyordu. Hanımları tarafından hizmete alıştırılarak yetiştirelen cariyeler, evlenme çağındaki oğullarına konaklardan kız almayı tercih eden ailelerin oğullarıyla, hanımları tarafından evlendiriliyordu. İstanbul’da oldukça yaygın olan bu âdete “çırak çıkarma” deniliyordu.

Harem yaşantısını hareketli kılan, kadınların birbirlerini ziyaret etmeleriydi. Başlıbaşına protokole dayanan ziyaretlerin kendi içinde belli kuralları vardı. Gelen konuk kapıda karşılanır ve üzerini çıkartmasına yardımcı olunurdu. İçeriye girmeden önce ayna karşısında kendisine çeki düzen veren konuk kadın daha sonra teşrifatçı kalfanın refakatinde misafir odasına geçerdi. Muhakkak işlemeli örtüsü olan gümüş tepside sunulan yorgunluk kahvesinin ardından ikrama geçilirdi. Büyük bir titizlikle ağırlanan konuklara servisler özel takımlarla, hatta elmaslı çay ve kahve kaşıkları ile yapılırdı. Bu arada cariyeler, piyano veya ud çalarak ortamı şenlendirirlerdi.

Birbirlerini ziyaret etmek dışında harem kadınlarını en çok heyecanlandıran gezmeye gitmekti. Genellikle bahar aylarında, “hanımiğnesi” denilen kayıklarla gidilen pikniklere kadınlar günlerce hazırlanırlardı. Öyle ki, yiyecekten içeceğe kadar, hatta dilenciye verilecek paraya kadar en küçük ayrıntı defalarca gözden geçirilirdi. Piknik alanlarında ise portatif kurulan kafesler arkasından meddahlar, ortaoyuncular seyredilirdi.

Başlı başına bir eğitim kurumu olan haremler, İstanbul geleneğinde şehirliliğin getirdiği bir kültürdü. 19. yüzyılın sonlarında, toplu taşıma araçlarında kadınlarla erkekler harem kurallarına göre davranır ve bu kurala uymayanlar ‘taşralı’ denilerek ayıplanırlardı.

1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu’nca yasaklanan haremler, İstanbul geleneğinde, günlük yaşamı ince görgü kurallarıyla düzenleyen bir kültürdü.

Kuralları aşan bir kadın: Hürrem Sultan
Yeni Saray’a bir esir olarak getirilen Hürrem Sultan’a, Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk bakışta âşık olduğu anlatılır. Öyle ki, padişahların özel yaşamlarındaki kuralları sarsan bu aşk hikâyesi, Osmanlı tarihinin seyrini de değiştirir.

Osmanlı padişahlarının her cariyeden bir erkek çocuğa sahip olması ve bir daha o cariyeyle ilişkiye girmemesi kuralı Hürrem Sultan’la bozuldu. Osmanlı Hanedanı’nda o güne kadar görülmemiş bir şekilde, Kanuni Sultan Süleyman’dan birden çok erkek çocuk sahibi olan Hürrem Sultan, aynı zamanda yaşamını Harem Dairesi’nde sürdürmesiyle de yine bir ilki gerçekleştirdi.

Erkek çocuk sahibi olduktan sonra Harem’den ayrılan diğer cariyelerden farklı olarak Hürrem Sultan, çocuklarını da aldı ve tekrar Topkapı Sarayı Harem-i Hümayun Dairesi’ne yerleşti. Hürrem Sultan’ın 1540 yıllarında Harem’e yerleşmesiyle, Harem kadrosu da kurumsallaşmaya başladı.

Yabancı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, Kanun Koyucu ayrıca Hürrem Sultan’la evlendi ve yine Osmanlı kurallarına aykırı olarak düğün yaptı. Tüm bu olanlar İstanbul halkını tedirgin etti ve söylentilerin önüne geçilemedi. Hatta Hürrem Sultan’ı büyücü ilan edenler bile oldu.

Tüm çalkantılara rağmen Hürrem Sultan, Osmanlı’nın en kudretli sultanı, Kanun Koyucu’nun resmi karısı olarak tarihteki yerini aldı.

Behice Özden 

Kaynak: In İstanbul 4. sayı

  • Görüntüleme: 19939